Salı, Nisan 17, 2012

OLMADI BE USTACIM İSMAİL DENİZLİ


Herkesin Mustafa Denizli’nin abisi, bizim ise sadece İsmail Denizli diye andığımız, fikri dayanıklılık ve derinlik gerektiren futbol ve damanın üstadı, abimizi kaybedeli yaklaşık 4 yıl oldu. Futbol ve dama tutkusu ise asla unutulamayacak boyutlardadır, Çeşme’nin o yıllarında çok az kişide bulunan otomobillerden birisi de kendisine aitti, Citroën deux chevaux (Citroen döşöva) marka küçük otomobili ile dama oynamak için Egenin yakın bir sürü kasabasına, bir keresinde de gece geç saatlerde Söke’ye gittiğimizi hatırlamaktayım, hele hele oyunda 14 taşı karşı tarafa verip, rakibin tüm taşlarını toplayarak oyunu kazandığı “mısır kapanı” oyununu asla unutamam. Otomobil hepimizin isteyip ancak sahip olamadığı ve sadece filmlerde hayranlıkla seyrettiğimiz bir araç idi o günlerde, o günkü para ile 5 Tl. lik benzinle günlerce gezdiğimizi dün gibi hatırlıyorum, inanılmaz ekonomik oluşu yanında bizim otomobil gereksinimimizi karşılamıştı ya, değmeyin keyfimize gayri idi durumumuz. Bir keresinde birkaç arkadaş ile birlikte, hatırladığım kadarı ile de bir sonbahar akşamı idi, tavuk yemememe rağmen tavuk almış (belki de sahibi görmeden biryerlerden alınmıştı bu detayı tam hatırlamıyorum), bakkalda alkollü içecek olarak ta sadece likör olduğundan likör alınmış ve Tursite’ye gidilmiş, yerde bulunan kalıp tahtalarından ateş yakılmış sıra tavuğu takacak şişe gelmiş ama ne yazık ki şiş yoktu yanımızda ve işte o anda Citroën deux chevaux’ın (Citroen döşövo) açılır tavanındaki çubuğu sökmüş ve sorunu çözmüştüm ya, arabaya dönünce asıl sorun başlamıştı ama her şeye rağmen çelebi gönlü burada da devreye girdi, ne mızmızlandı ne de kızdı, sadece keşke yapmasaydın dedi.



Futbol ve dama tutkusu ve bilgisi kendisini inanılmaz ölçüde analitik düşünür hale getirmişti, bu sayede kazandığı hızlı ve isabetli düşünme yetisi bizlere de yol gösterir hale gelmiştir, her zaman.



Çeşmespor önüne her zaman “Büyük Altay”ı örnek olarak koymuş ve sürekli kendi taraftar ve destekçileri de Çeşmespor için “Küçük Altay” demiş ve tezahüratlarında da bu sözcükleri kullanarak destek vermişlerdir o dönemde, Çeşmespor için renkdaşı Altay gibi olabilmek, oynayabilmek, büyüyebilmek, yükselebilmek bir hedeftir. Futbolun bugünkü gibi olmadığı bir dönemdir, futbol bir tutkudur, futbol adına bugünkü gibi paralar dönmez, bu işte insanlar daha amatör, daha bir gönüllüdür ama bir o kadar da isteklidir, Altay kulübü yakın çevresinde futbol oynanan yerlerde sürekli kendi adına futbolcu arayışları içindedir ve bu kapsamda Mustafa Denizli kabiliyeti ve becerisi ile derhal Altay kulübüne kazandırılır. Artık Çeşmespor ile Altay arasında ilişkiler daha bir sıcaktır, Altay bulduğu her fırsatta Çeşme’ye kamp için gelir ve Çeşmespor ile hazırlık maçları yapar, yeni gençlere yeni kapılar açmaya ehven bir ortam oluşmuştur artık, işte böyle bir hazırlık maçı yapılmakta, Altay’da Mustafa Denizli Çeşmespor’da ise İsmail Denizli oynamakta ama Büyük Kaptan İsmail Denizli kısa bir süre sonra oyundan alınmasını ister, duysallığın zirvesinde gözyaşları arasında kardeşine karşı oynamasının mümkün olamayacağını ifade ederek oyundan çıkmıştır, işte ince ruhunun ve duygusallığının seviyesidir bu…



Gönüllerimizin yenilmez armadasının bir dönem parçası bir dönem antrenörü ve yöneticisi olarak İsmail Denizli; Futbol sezonu öncesi kondisyon çalışmaları için bugünkü Altınkum kumsalını seçmesi her zaman futbolcular tarafından itici ve nefret edilir bulunmuş ama sezonun ilerleyen haftalarında kazanılan kondisyonun faydaları da ortaya çıkınca, teknik direktörlerine minnetle bakmışlardır.



Teknik direktörlük yaşamından anlatabileceğimiz binlerce anı vardır şüphesiz ama futbolunun gelişmesinde katkısının büyük olduğunu düşündüğüm Kadri Karataş’ın topa bakarak oynamasından ötürü, başını öne eğerek topa bakmadan oynaması halinde büyük futbolcu olacağına inandığı için boynuna karton bağlayarak topa bakmasını engelleme düşüncesi ne düzeyde bir arayış konsantrasyonuna sahip olduğunun bir göstergesidir.



Kendisine hiç söyleyemediğim ama birgün yetkili olacağımın hayalleri içerisinde kendisine milli takım teknik direktörlüğü takdim edeceğim planım hep vardı, olabilseydi de canım yurdumun, hiç şüpheniz olmasın ki, en önemli teknik direktörü olurdu, muhteşem futbol bilgi birikimine sahipliğini muhteşem dama oyunculuğu mu; yoksa tam tersi muhteşem dama oyunculuğu becerisi mi muhteşem futbol analiz yeteneği oluşturmuştu bilmiyorum ama her iki oyunun öncelikle fikri dayanıklılık ve derinlik ve kıvrak zekâ gerektirdiği son derece aşikârdır ve her ikisi de tıpkı İsmail Denizli’de olduğu üzere iyi yapıldığı takdirde taktik ve stratejik düşünmenin zirvesidir.



İyi yaşama üzerine yaptığımız uzun konuşmalar içinde en fazla üzerinde durduğumuz ayrıntı ise bol gezmek idi, bol gezmenin ekonomik kaynaklarını çok miktarda ev yapıp kiraları ile geçinme olarak belirlemiş idik, kendisi bu görüş doğrultusunda bir dönem ciddi mesafeler de kat etmişti.



Uzun süren münazara tarzındaki muhabbetlerimizin sıklıkla konusunu oluşturan siyasette birbirimize çokta yakın düşmeyen siyasi yaklaşım ve analizlerimize rağmen, bizim gençliğimizin verdiği heyecanı yatıştırmak adına ve ayrıca bir abimiz olması hasebiyle de; siyasi yaklaşımlarımızda sakin olmayı bizlere telkin ederken, sola çok yatkın olmamasına rağmen hatırlayabildiğim kadarıyla Mehmet Ali Aybar’ı omuzlarda taşıma ortaklığının üzerine sık sık basarak detayını şimdi çok fazla hatırlamadığım anılarını anlatırdı, genellikle konuşmalarımız görüş birliktelikleri ile sonuçlanmazdı, ama her konuşmamızda aynı şeyleri tekrar tekrar konuşmaktan da geri durmazdık. Ancak aynı şeyleri düşünmememize rağmen inanılmaz hoşgörüsü ve sabrı ile kendisini sürekli aranılır bir kişi haline getirmiştir bizler için.



Rahatsızlığını öğrenince ilk paylaştığı kişilerden biri idim, ancak tüm çabalarımıza rağmen bu rahatsızlığın karşısında çok az kişi galibiyet tadını biliyor olması nedeniyle de, abimiz ve dostumuz ne yazık ki hayatının en önemli mağlubiyetini yaşamaktaydı bu baş edilmez rahatsızlığa karşı. Uzun yıllara dayanan dostluğumuz içinde kendisinden en fazla duyduğum kelime olan “usta” ile aramızdan hayli erken ayrılışına dair kendisine bir kez daha veda etmek istiyorum, “olmadı be ustacım olmadı”





Salı, Nisan 03, 2012

THATCHER FORMÜLÜ

“İngilizler 5 yıl süreyle Avrupa’ya gitmedi de ne oldu? Hem de marka değerlerini artırarak en çok izlenen lig haline geldiler. Ben de Başbakanımızın sözlerine benzer konuşma yapmıştım. Fakat o zaman tepki ile karşılanmıştım. Ama işin gerçeği bu.” diye buyuruyor ya, Türkiye Futbol Federasyonunun başı, Beşiktaş’ı borç batağına sürükleyerek kaçan kendine yeni bir post edinen bu zata kocaman bir maşallah, emin olun bunlar var ya bu çocuklar şeytana külahını ters giydirirler.

Peki; Başbakan konuya nasıl bir göğüs stop’u yaparak çakıyor voleyi, UEFA’nın başkanı Platini ile görüşmesini refere ederek; “8 takım birden ligden düşerse ne olur, futbol biter. Ceza davası ile Futbol Federasyonu'nun kararını birbirinden ayırmak lazım. Platini'ye de İngiltere örneğini verdim. Orada holiganlar yüzünden Margaret Thatcher İngiliz takımlarının Avrupa'ya çıkışını 5 yıl yasakladı. Ne oldu? kendi aralarında gayet güzel devam ettiler. Döndükleri sene de şampiyon oldular.”

Kısaca bir hatırlayalım o dönem ne oldu da, UEFA’dan uzun yıllar tart edildi, İngiltere futbolu; 1985 yılında Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde İngiltere’den Liverpool ve İtalya’dan Juventus futbol takımları karşı karşıya geliyor ve final maçını izleyen milyonların gözü önünde İngiliz holiganlar, İtalyan taraftarların bulunduğu tribünlere saldırarak büyük bir kargaşa çıkarıp sonuçta da büyük bir çoğunluğu bu İngiliz saldırganlardan/holiganlardan kaçmak isterken üst tribünlerden aşağıya atlayıp kurtulmak isteyen 39 İtalyan, ne yazık ki ölerek can veriyor. Tarihe Heysel faciası olarak geçen bu katliam üzerine dönemin İngiltere Başbakanı Thatcher kendisine önerilen “3 yıl gitmeyelim görüşüne karşı çıkarak “3 yıl? İngiltere’yi utanç içine sokan bu hayvanlar için 3 yıl az. Süre en az 5 yıl olacak. Durum düzelmezse süreyi uzatırız” diyerek noktayı koyar.

Bu gelişmeyi aklımızda tutarak; Canım yurdumda bize İngiltere modeli diye yutturulmaya çalışılan ve benzediği iddia edilen olayı bir kez daha kısaca hatırlayalım.

3 Temmuz 2011 tarihinde Emniyet güçleri büyük bir operasyona girişir, uzun süre olduğu açıklanan takip neticesinde şike ve teşvik primleri ile soru çalınmasını kapsayan bir dolu gayrimeşru ilişkiler ortaya saçılır. Bu saçılmalar sonucu, başta Fenerbahçe olmak üzere Beşiktaş, Trabzonspor, Sivasspor, Bucaspor, Eskişehirspor gibi kulüplerin şike yaptığı anlaşılır ve kulüp yöneticilerinden tutuklamalar olur, Türkiye Futbol Federasyonunda yapılan seçimler sonucu hülle yöntemiyle başkanlığa getirilen Fenerbahçe eski yöneticisi Mehmet Ali Aydınlar önce konuyu soğutup, sonra zamana yayarak adeta zekâmızla dalga geçerek avuttu durdu kamuoyunu, yok iddianameyi bekliyoruz, yok mahkeme kararını bekleyeceğiz, yok UEFA yazı yazdı yok biz cevap verdik olmadı tarihler karıştı, olmadı federasyondaki Galatasaraylılar başkanı aldattı olmadı kandırdı muhabbetleri arasında hedeflenen süre kazanıldı ve amaca ulaşıldı ve istifa etti, nöbeti kulüpler birliğinden Fenerbahçe’nin başkanının kankasına devrederek kafaların arkasındaki asıl amaç hâsıl oldu. Makas nerde, suya düştü, su nerde inek içti, inek nerde dağa kaçtı, dağ nerde, yandı tutuştu kül oldu tekerlemesi uyarınca konu tavsatıldı, nihayet yüksek siyasetin konusu haline getirildi ve fatura kesildi. Neymiş 5 yıl bizde Avrupa’ya gitmezmişiz kendimize çeki düzen verirmişiz, pes vallahi pişkinliğin ve vurdumduymazlığın zirvesidir artık burası.

Yahu kardeşim; bu 2 konu birbirine hiç benziyor mu Alalahaşkına. Birisi uluslar arası müsabakada, caniler, gözü dönmüş holiganlar ortalığı kan gölüne dönüştürüyor, diğeri, eğer doğruysa şüphesiz, şike teşvik sonucu büyük paraların döndüğü sektörde paraların yön değiştirmesine neden olunuyor. Peki, bu anlatılanlar doğrumudur diye bakarsak, vallahi bilmiyoruz şüphesiz, ama olayların sonucundan bakarsak ve ilaveten Fenerbahçe yöneticilerinin hep konunun önemsiz detayları ile uğraşıp kendilerine yöneltilen ağır suçlamalara neden olan tapelere ve polis fezlekelerine yönelik yalandır, yanlıştır ve zorla alınmıştır, işkence altında alınmıştır vs. vs. gibi karşı çıkışlar yapmadan, sadece Fenerbahçe eski yöneticisi Mehmet Ali Aydınlar’ı vareste tutarak Federasyondaki Galatasaraylıları suçlu göstermeye çalışmaları, iddia tarafının sanki doğruymuş gibi görünmesine neden olmaktadır. Şimdi eğer bunlar doğruysa, siz cinayet işleyen caniler yüzünden ortaya çıkan tablo ile iddia oyunları yüzünden paraların bir taraftan bir başka tarafa gitmesine göz yumulmasını aynı görüyorsanız ne diyelim, tabii ki görürsünüz ama biz de bunları yemeyiz kardeşim.

Türkiye futbolunun şımarık çocuğu Fenerbahçe ve onun yöneticileri ve basındaki temsilcileri; stadında yayıncı kuruluşun kabloları kesilir kimse ses çıkarmaz, stada silah sokulur, silahla bir seyirci yaralanır kimsenin sesi çıkmaz, Aykut Kocaman’ın teknik direktör olduğu İstanbulspor maçında şike yapar kimsenin sesi çıkmaz, Samsunspor maçında şikede yakalanır Fenerbahçe, kimsenin sesi çıkmaz, Ankaragücü maçında şike yaptığı kendi yöneticileri tarafından itiraf edilir kimsenin sesi çıkmaz, Fenerbahçe Rize maçında uydurulan bir hata neticesinde maç tekrarı ile şampiyonluk bir takımdan başka bir takıma gider kimseden ses çıkmaz ise sonu bu olur işte…

Hele bazı aklı evvellerin de çıkıp; ceza kulüplere verilmemeli, kişilere verilmeli gibi hukuki derinliği ve haklılığı olmayan abuk sabuk görüşlerine hiç anlam veremiyorum, adama sorarlar neden o zaman sahaya yanıcı, kesici parlayıcı yaralayıcı vs. vs. madde atıldığı zaman kulübe ceza veriliyor, kulüp mü bu maddeleri sahaya atıyor, yoksa kişiler mi atıyor, o zaman son gün oynanan Trabzonspor ile Fenerbahçe arasındaki müsabakada Fenerbahçe kalecisi Volkan’ın hemen yanına düşen çakıyı atanı bulun onu cezalandırın, Trabzonspor’a ceza vermeyin de göreyim sizi… Yahu bir Fenerbahçe’yi kurtaralım diye üretilen içtihatlar neticesinde ortaya nasıl bir ceza ya da müsabaka yönetmeliği çıkacaktır, tam bir komedi… Bırakın bu gülünecek tavırları artık…

Neymiş 8 takım ligden düşerse Türkiye’de futbol bitermiş, ee tamam o zaman 8 takım gönensin ama hukuk bitsin, hukuk bitmiş kimin umrunda Allahaşkına, bunların derdi yaklaşık 2,5 milyar dolarlık Türkiye Futbol bilançosunu yönetmek, yayıncı kuruluştan gelen paralarla da kulüpleri yönetiyoruz numarasıyla da günlerini gün etmek, bunların derdi ahlak, etik, hukuk, hak ve adalet değil, tek dert nema nema ya da mama mama… Oysa ahlakı yüksek insanlar ne demeli, sadece ve sadece hak ve hukuk kazanmalı demeli, hem de her şeye rağmen demeli ki, arınma başlasın… Nerdeeeee kimsenin umurunda değil, emin olun…

Bakın iddia ediyorum bu kafa(sızlık)da devam etmeleri halinde canım yurdumun sırtı yerden kalkmayacaktır. Dün Beşiktaş’ı borç batağına sokup, yalan dolan laflarla zamanı dolduran zat şimdi de TFF batırmak üzere görev almıştır, ne diyelim hayırlı uğurlu olsun.